29 Ağustos 2015 Cumartesi


"Türbanın Altında ki Kafa"

28.08.2015 Türkiye "SEÇİM HÜKUMETİ" kuruldu.



Seçim hükumeti ile ilgili bütün bilgileri medya ve sosyal medyadan zaten okuyacaksınız. Burada, unutulmasın ve arandığında kolay bulunsun diye Türkiye Cumhuriyetinde yaşanan bir ilk olan "Türbanlı Bakan" olayına değinelim...

Türkiye aslında "türban alerjisini" aşmış durumda. Türbanlı bir bakan da o kadar ilgi ve tepki çekmedi. Ama Bakanın şahsında artık "türbanın" farklı bir işlev gördüğünü de gözden kaçırmamak lazım.

Türban, AKP iktidarı döneminde türban dolayısıyla mağdur olmuş kesimlerin mağduriyetini giderirken, özellikle siyasette ve bürokrasi de yükselebilmek için "hamili kart" işlevi görmeye başladı. Bu sonuç dünün mağdurlarını, mağduriyet yaratanlar haline getirdi...









Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı... Ayşen Gürcan 
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı görevine getirilen Ayşen Gürcan, Türkiye'nin ilk başörtülü bakanı oldu. Burdur doğumlu olan Gürcan, İstanbul Ticaret Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Eğitim Bilimleri Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapıyor.
Gürcan, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Nimet Baş döneminde Başbakanlık Aile ve Sosyal Araştırmalar Genel Müdürlüğü görevini yürüttü.Aile ve nüfus politikaları konusunda çeşitli araştırmaları bulunan Gürcan, üç çocuk annesi.
http://tubis.ticaret.edu.tr/_Adek/CV/CV.aspx?adi=rCk5Qk/PMd6MFv/p1WlHnIT3J4vUvt+5bHREHrOQQrhCFQAMlPBKRFQ739LzadcHiouOGzub35tF072lnk+rAQ==
Sayın Bakanımız sonradan tesettüre girenlerden.. Ama ne yapsın daha önce yasaktı, yasak kalktığı için inancı gereği takıyor diyenler çıkabilir. Hiç itirazımız yok. Fakat Sayın Bakanın diğer özellikleri ile birleşince insan kiminle karşılaştık diye düşünmeden edemiyor.
Yukarıda ki linkden Ticaret Üniv. yayınlanan biyografisine bakabilirsiniz. Ona göre Sayın Bakanın, Uluslararası yayını yok, Ulusal yayını da bir tane.. Buna bakınca nasıl profesör olmuş sorusu ister istemez aklımıza geliyor. Kötü niyetimizden değil şeytan dürtüyor işte..
Ayrıca bir eğitimci, profesörün bir siyasetçiyi beğenmesi gayet normaldir ama o siyasetçiye tapacak kadar aklını kiraya vermesi ne kadar normaldir? Sayın Bakan sıkı bir Recep Tayyip Erdoğan hayranıdır. Hatta bu hayranlık o düzeydedir ki, Sayın Erdoğan'nın söylediklerinin bir kelimesine itiraz şöyle dursun bir kelime eklemek dahi gereksizdir.


Yine Sayın Bakan, bütün gıdasını zamanın Başbakanı Sayın Erdoğan'dan almaktadır.


Bu tür "aşk" ve "aşık olanları" görmek, duymak bahtiyarlığına nedense AKP iktidarında tanık olduk. Bu "aşk" ve "aşık olma" hali cinsiyette tanımamaktadır. AKP yanlılarında erkek olsun, kadın olsun, Sayın Erdoğan'a "aşık olmak", hatta "Şems" aşkından ileri yanma normal bir ruhsal durum haline gelmiştir. İlginç olmasına rağmen tüm bunları yazmak gereksiz kaçabilirdi ancak Sayın Bakanın aşağıda ki twitlerini görünce sadece türban serüveni açısından değil düşünsel açıdan da Sayın Bakanın fikirlerinin Cumhuriyetle örtüşmediğini görüyoruz. 

Açık söylemek gerekirse Cumhuriyetin bütün olanaklarını kullanarak Bakan olmayı başarabilmiş bir kadın evrensel hukuk normları yerine "şeri hukuk", "şeriat düzeni" için de yanıp tutuşmaktadır. 
Hatta çağımızın Vandalları, IŞİD katilleri için bile aman olumsuz bir şey düşünmeyin diye uyarı yapmaktan kendini alamamaktadır. 


Bakanlığı, Sayın Bakana, vatana ve millete hayırlı olsun.












Düşünceye kurşun işlemez! 
İranlı karikatürist Maya Neyestani'nin çizimi.. 


3 Mayıs 2015 Pazar


AKP 1 MAYIS DA TAKSİMİ NİÇİN YASAKLADI?

Taksim'i niye yasaklıyor biliyor musun? 

Senin gücünü görmek ve sen ancak benim istediğim şartlarda top çevirirsin demek için.. bu kadar basit.. 

Yoksa kendisi Taksim'i 1 Mayıs'a açmiş bir iktidar var... 

Biliyor ki.. Taksim de kutlayın dese bir şey olmayacak ama gücünü gösteriyor... 

Sana bir halt değilsin diyor.. Hatta daha ileri gidip...

Cumhurbaşkanı işçilere konuşuyor.. miktarını bilmediği asgari ücreti galiba 1000.TL diyerek geçiştirmeye çalışırken.. asgari ücretin artması gerektiğini söyleyenleri "vatan haini" ilan ediyor... 

İşin en komiği... en absürtü... Cumhurbaşkanını dinleyen İŞÇİLER bu söylemi çılgınca alkışlıyor..smile ifade simgesi
Sonuç.. Taksim'e çıkılamıyor... ama twitter, facebook da devrim yapmak üzerine antlar içiliyor.. 


Sendikalar 1 Mayıs'dan iki gün önce Taksim Kazancı yokuşuna gidip 1977 1 Mayıs katliamı için çiçek bırakıyorlar... Neden? Onlar 1 Mayıs da katledilmediler mi? Bu neyin protokolü? Baştan teslimiyet değil mi?

Güzel güzel.. epey yol aldık... Neredeyse Devrimin ucu gözüktü..smile ifade simgesi

Kim kimi kandırıyor ben daha onu anlayamadım... Lafa bakarsan uyanık da geçinirim hani..smile ifade simgesi

Neyse.. yine de... 

Yaşasın 1 Mayıs.... !!!

15 Mart 2015 Pazar


Ravachol'un Savunması


(Asıl adı François Claudius Koënigstein; D:14.Ekim 1859 - Ö. 11.Temmuz 1892, giyotinle infaz) eylemle propagandanın ilk uygulayıcılarından ve bu anlayışın simgesi olarak tarihe geçmiş Fransız anarşist. ( http://tr.wikipedia.org/wiki/Ravachol )

Ravachol, bir dizi bombalama eyleminin ardından cinayetle yargılandığı davada aşağıdaki konuşmayı yapmaya çalışmıştı. Amacı suçlu olduğunu inkâr etmek değil, aksine suçunu kabul edip nedenlerini açıklamaktı. Duruşmanın tanıklarına göre birkaç kelime söylemesinin ardından yarıda kesilen konuşmasını yapamamış... Kısa bir süre sonra da giyotinle idam edilmiş...


Konuşuyorsam, nedeni suçlandığım eylemlerden ötürü kendimi savunmak değil, çünkü bunun tek sorumlusu, örgütlenme şekli nedeniyle insanları sürekli birbirleriyle kavga etmeye zorlayan toplumdur. 

Aslında, tüm sınıflarda ve tüm konumlarda, eğer sonucunda bir avantaj elde edeceklerse, hemcinslerinin ölümünü demeyeceğim çünkü kulağa hoş gelmiyor, ancak hemcinslerinin bahtsızlığını arzulayan insanlar olduğunu görmüyor muyuz? Örneğin, bir patron rakibinin ölmesini arzulamaz mı? Keza, iş adamlarının tamamı da yaptıkları mesleğin sağladığı avantajlardan yalnızca kendilerinin faydalanmasını umut etmezler mi? İşsiz kalan bir işçi, iş bulabilmek için halen çalışan birisinin şu ya da bu sebeple işinden atılmasını umut etmez mi? O halde, böyle olayların yaşandığı bir toplumda, yaşamak için her türlü aracı kullanmak zorunda kalan insanların sürdürdüğü varoluş mücadelesinin mantıksal sonucundan başka bir şey olmayan, benim suçlandığım türden eylemler karşısında şaşırmak için ortada hiçbir sebep yoktur. Her koyun kendi bacağından asıldığına göre, muhtaç durumda olan birisi şöyle düşünmez mi: “Pekala, mademki işler böyle yürüyor, o zaman karnım aç olduğunda elimdeki araçları kullanırken tereddüt etmem için bir neden yok, geride kurbanlar bırakma pahasına olsa bile! Patronlar, işçileri kovduklarında onların açlıktan ölüp ölmeyecekleri hakkında endişe duyuyorlar mı? Bolluk içinde yaşayanlar, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanlar olup olmadığı konusunda endişeleniyorlar mı?”

Bu insanlara yardım eden bazıları var, ancak muhtaç durumdakilerin hepsini kurtaracak güçten yoksunlar; onlar, ya çeşitli türden yoksunluklar yüzünden genç yaşta ölüp gidecekler ya da sefil varoluşlarını sona erdirmek, sayısız utanç ve aşağılamayla birlikte, açlığın zorluklarına daha fazla katlanmak zorunda kalmamak için yaşamlarına kendi elleriyle son verecekler; bu acıların bir gün sona ereceğine dair en ufak bir umutları bile yok. Çocuklarının acı çektiğini daha fazla görmemek için onları öldüren Hayem ve Souhain aileleri; çocuğunu besleyememe korkusuyla, aşklarının meyvesini gönüllerinde yok etmekte tereddüt etmeyen kadınlar bu nedenle vardır.

Bu yaşananların hepsi, her türlü ürünün bolca bulunduğu koşullarda cereyan etmektedir. Eğer bu olaylar ürünlerin kıt olduğu, kıtlığın kol gezdiği bir ülkede gerçekleşseydi, olup biteni anlayabilirdik. Ancak, bolluğun hüküm sürdüğü, kasap dükkanlarının etle, fırınların ekmekle dolup taştığı, elbise ve ayakkabıların mağazalarda üst üste yığıldığı, boş duran konutların olduğu Fransa’da! Durumun tam aksi olduğu açıkça görülebilirken, toplumda her şeyin çok iyi olduğu nasıl kabul edilebilir ki? Kurbanlar için üzülecek, ancak size bu konuda ellerinden hiçbir şey gelmediğini söyleyecek pek çok kişi var. Herkes elindekiyle idare etsin! Çalışırken temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan birisi işini kaybettiğinde ne yapabilir? Tek yapabileceği, açlıktan ölmeyi beklemek olabilir. Cenazesinin arkasından dindarca birkaç cümle söylerler. Benim başkalarına bırakmak istediğim şey buydu. Kaçak mallarla uğraşan bir kaçakçı, bir kalpazan, bir katil ve bir suikastçı olmayı tercih ettim. Dilencilik yapabilirdim, ancak bu küçük düşürücü ve korkakça bir şey; hatta yoksulluğu suç ilan eden yasalarınızın da yasakladığı bir şey. Eğer muhtaç durumdaki herkes beklemek yerine, nerede ve hangi araçlarla olursa olsun el koyarsa, halinden memnun olan kimseler, endişenin daimi ve yaşamın her an tehdit altında olduğu mevcut toplumsal durumu kutsamayı istemenin tehlikeli bir şey olduğunu belki biraz daha çabuk anlayacaklardır.

Ahlaki ve fiziki bir barış için suçu ve suçluları doğuran nedenlerin ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyen anarşistlerin haklı olduklarını çok geçmeden anlayacağız. Çektiklerinin bir gün son bulacağına dair küçücük bir umudu bile olmaksızın geçmişte katlanmak zorunda kaldığı ve gelecekte de katlanmak zorunda kalacağı yoksunlukların neden olduğu yavaş bir ölümü kabullenmek yerine, içinde ufacık bir enerji kırıntısı bile varsa, ölüm riskini (ki bu yalnızca çektiği acıları sona erdirecektir) bile göz alarak, iyi bir şekilde yaşamasını sağlayacak şeyleri şiddet kullanarak almayı tercih edenleri sindirmekle bu amaçlara ulaşamayız.

Dolayısıyla, üstünkörü bir şekilde olsa bile nedenlere asla dokunmaksızın sonuçların üzerine giden yasaları daha da katılaştırmaktan başka bir şey yapmayan toplumun bu barbarca halinin mantıksal sonucundan ibaret olan eylemleri; suçlanmakta olduğum eylemleri gerçekleştirmemin sebebi işte budur. Hemcinslerinizi öldürecek kadar acımasız olmanız gerektiği söylenir, ancak bunu söyleyenler, bunu yalnızca aynı kaderi paylaşmaktan kaçınmak için yapmaya karar verdiğinizi görmezler.

Aynı şekilde siz beyler, siz jüri üyeleri de hiç şüphesiz ki beni ölüm cezasına çarptıracaksınız, çünkü bunun gerekli olduğunu düşünüyorsunuz ve benim ölümüm, insan kanının aktığını görmekten nefret eden sizler için bir tatmin kaynağı olacak; kendi varoluşunuzu güvenceye almak için insan kanının akmasının faydalı olduğunu düşündüğünüzde, benim gibi siz de tereddüt etmezsiniz, ancak bir farkla: Siz bunu hiçbir risk almadan yaparken, bense bunu hayatımı riske atarak yaptım.

Evet beyler, yargılanacak suçlular yoktur, yok edilmesi gereken suç nedenleri vardır! Yasa koyucular, Ceza Kanununun maddelerini yaparlarken nedenlere değil yalnızca sonuçlara saldırdıklarını, böylece de suçu hiçbir şekilde yok etmediklerini unuttular. Aslında, nedenler var olmaya devam ettikçe sonuçlar zorunlu olarak nedenlerden ortaya çıkacaktır. Suçlular daima olacak, çünkü bugün burada birini ortadan kaldırsanız bile, yarın on tane daha doğacak.

Peki, ne yapmak gerek? İnsanların tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını sağlayarak yoksulluğu, yani suçun tohumunu yok edin! Ne kadar gerçekleştirilmesi güç bir şey! Tek yapılması gereken toplumun yeni bir temel üzerinde; her şeyin ortaklaşa olacağı, yeteneği ve kuvveti ölçüsünde üreten herkesin ihtiyaçlarına göre tüketebileceği bir temel üzerinde kurulması. Ancak ve ancak bu olduğu zaman, kurbanı ve kölesi haline gelecekleri bir maden için dilenen Notre-Dama-de-Grace münzevisi ve benzeri insanları artık görmeyeceğiz! Sevginin samimi olup olmadığını görmekten sıklıkla bizi alıkoyan, aynı maden karşılığında sıradan bir ticari malmışçasına cazibelerini sunan kadınları artık görmeyeceğiz. Yine, bu madeni elde etmek için öldüren Pranzini, Prado, Berland, Anastay gibi insanları artık görmeyeceğiz. Bu, tüm suçların nedeninin daima aynı olduğunu gösteriyor ve bunu görmemek için aptal olmanız gerek.

Evet, tekrar ediyorum: Suçluları yaratan toplumdur; sizler, jüri üyeleri, zeka ve gücünüzü vurmak yerine toplumu dönüştürmek için kullanmalısınız. Tüm suçları bir hamlede bastırabilirsiniz. Suçun nedenlerine saldırma çabanız, suçun sonuçlarını cezalandırırken kendi kendini küçük düşüren adaletinizden çok daha büyük ve verimli olacaktır.

Ben sadece eğitimsiz bir işçiyim; ancak, yaşamım yoksulluk içinde geçtiği için baskıcı yasalarınızın haksızlığını zengin bir burjuvadan daha fazla hissediyorum. Yaşama ihtiyacıyla dünyaya gelen, karnını doyurmak için yoksun olduğu şeyleri bulmak zorunda olan bir insanı öldürme ya da hapsetme hakkını nereden alıyorsunuz?

Yaşamak ve ailemi geçindirmek için çalıştım; kendim ve ailem çok fazla acı çekmediği sürece dürüst dediğiniz şekilde yaşamaya devam ettim. Sonra çalışma olanakları giderek azaldı ve işsizlikle birlikte açlık geldi. İşte ancak bundan sonradır ki doğanın büyük yasası, hiçbir cevabı kabul etmeyen o buyurgan ses, yani korunma içgüdüsü, suçlandığım ve faili olduğunu kabul ettiğim suçlarla kötü davranışların bazılarını yapmaya beni mecbur bıraktı.

Yargılayın beni, jürideki beyler, ancak beni anladıysanız, beni yargılarken yoksulluğun doğal gururla birleşerek suçlular haline getirdiği, oysa refahın ya da rahatın dürüst insanlar haline getireceği tüm bedbahtları da yargılamış oluyorsunuz.

Zeki bir toplum onları da tıpkı diğerleri gibi birer insan olarak anlayacaktır.

Ravachol | 1892

19 Ocak 2015 Pazartesi


"Dava Adamı"
Nasıl Olmalı?

Bütün renkler kirlenirken, müdahale etmeyen...!!!




17 Ocak 2015 Cumartesi


"DÜŞ MÜYDÜ ? "
Düş müydü
Şairim, hülyadan vazgeç diyorsun,
Gönlüne münasip yar seç diyorsun
Ayrılık yazgımız er geç diyorsun
Yanlış mı işittim duydum, düş müydü?

Gel, demiştin kıramadım ricanı
Güçlü sevgim hiçe saydı bu canı,
Nasıl unuturum o heyecanı,
Çocuk gibi ürkek, toydum düş müydü?

İlk zifaf gecesi yaşarcasına,
Şarab-ı aşkınla coşarcasına
Nefes nefeseydik koşarcasına,
Zevkimden sırsıklam suydum, düş müydü?





Şiirle çınlattım kulaklarını,
Hazdan al al ettim yanaklarını,
Busemle o dolgun dudaklarını,
Kan revan içinde koydum, düş müydü?

İki iri azat ettim yunustan,
Kütür kütür diri idi genç kızdan,
Topuktan başladım sırttan omuzdan
Öperek çırçıplak soydum, düş müydü?


Ben usta süvari sense kısraktın,
Dizgini arzuma bana bıraktın,
Güçlükle zaptettim öyle kıvraktın,
Bir ara kalçandan kaydım, düş müydü?

Aradan utancı kaldırıyorduk,
Sevişmekten öte saldırıyorduk,
Zevkten ser-mest olup çıldırıyorduk
Vuslata doyurdum doydum, düş müydü?


Sevgilim Cemalim erkeğim, derken,
Busenle irkildim şafak sökerken,
Son defa sarılıp veda ederken,
Aşkın kanununa uydum, düş müydü?
Cemal Safi

AŞK

Büyük Usta Nazım diyor ki "Bir aşk için yapabileceğin her şeyi yaptığına inanıyorsan ve buna rağmen hala yalnızsan, için rahat olsun. Giden zaten gitmeyi kafasına koymuştur ve yaptıkların onun dudağında hafif bir gülümseme yaratmaktan başka hiçbir işe yaramayacaktır."




Yine Usta'dan devam edelim.."Sen kendini paralarken o her zaman bahaneler bulmaya hazırdır. Hani ağzınla kuş tutsan “Bu kuşun kanadı neden beyaz değil?” diye bir soruyla bile karsılaşabilirsin..İki ucu keskin bıçaktır bu işin. Yaptıklarınla değil yapmadıklarınla yargılanırsın her zaman. Bu mahkemede hafifletici sebepler yoktur. İyi halin cezanda indirim sağlamaz."

Ben ne zaman sevsem, içim kıpır kıpır olur.. yaşadığımı.. yaşamam gerektiğini bilincime çıkarırım. "İnsan teni sevgiyle beslenir" diyor yazarın biri... Kendisine dokunulmayan sevilmeyen tenler, hem kendisini, hem sahibini öldürür. Akrep ateşle çevrildiğinde nasıl sokarsa iğnesiyle kendisini, ten de başka sevgi tenini ister.

Ama yine de büyük Usta Nazım'la bitirelim. "Sen yüreğinin sesini dinleyenlerdensin ve biliyorsun asolan yürektir.Yürek sesi ne bilmeyenler, ya da bilip de duymayanlar acıtsa da içini unutma; yaşadığın sürece o yürek var olacak seninle birlikte. Sen yeter ki koru yüreğini ve yüreğinde taşıdığın sevda duygusunu. Elbet bitecek güneşe hasret günler. Ve o zaman kutuplarda yetişen cılız ve minik bitkiler değil, güneşin çiçekleri dolduracak yüreğini... Hayatı ıskalamaya lüksün yok senin…"

ASMALARIN DANSI
........
Asma bahçelerde gezerken omzuna değen elim
kristal taneler gibi döküverir seni toprağa
Basma entarinin çıplak altı ter ter istek
Altımda canlı , bulunmaz bir yumuşaklık
sırtımı göğe dayayıp beni ezen
Memelerini emerken , bacaklarını kıstığında
solumaların volkanik lavlar
Sen bitersin başlar asmalar
açıp kollarını dans etmeye
Neyimi beğenir bilmem
bırakmaz beni
Yeşil , filiz dudakları
Geniş yapraktan elleri
dönerken çevremde
sürünür boynuma
göğsüme
Sallar memelerini salkım salkım
Hangisi tatlı , bir de bundan em bakalım!

Turgay Fişekçi  


GEL CİHANPERVER
Gel…
Gel annenden, babandan gel
Gel “doğmamış”.
Yüreklerin,
o seni bekleyen
Sevgilerinden gel.

Dünyalar değiştiren,
Arkadaşlarını da al gel.

Bekliyoruz sizi,
Biliyoruz zaman elden ele,
Kalpten kalbe
ve damarlardaki kandan kana
Nakledilen
Bir bayrak yarışıdır.

Dünyanın her bir zerresi
döner durur ya,
Ciğerden, yaprağa, rüzgardan, göle
Aslında an be an, an be an
tüm dünya nefes alır,
Verir ve alır ya.
Binlerce nefestir aldığımız soluk
Binlerce yıllık sevdiklerimizden mirastır ya bize.

İşte gel ki soluklarınla
Gökten getirdiğin solukları ver.
Biliyorsun bebekler bu yüzden sevilirler.

Bilgini, aşığı ve kalpleri göklere açılmış
Nicesini nefeslendiren
O Göklerden nefesli.

Gel.
Bir bebek bedeninde gel.

Süleyman SÖNMEZ | 07 Mart 2006


İNSAN NE ZAMAN ZALİM OLDU?


Düşünce, düzeni, erdemin zahmetsiz bir biçimde akışını sağlayamaz. Erdem, bellekteki şeylerin, tapınımının sürekli yinelenmesi değildir. Düşüncenin bilgisi zamanı bağlar. Düşünce doğası ve yapısı gereği yaşamın tüm akışını tam bir hareket olarak yakalayamaz. Düşüncenin bilgisinin bu bütünlük karşısında içgörüsü yoktur; algılayan konumunda, dışarıdan içeri bakan konumunda olduğu sürece, seçim yapmadan bu bütünlüğün farkında olamaz. Düşüncenin bilgisinin algılamada bir yeri yoktur. Düşünen düşüncedir; algılayan algılanandır. Ancak böyle olduğunda günlük yaşamımızda çabasız bir hareket söz konusu olabilir…

Doğayla bağınızı kaybederseniz, insanlıkla da bağınızı kaybedersiniz. Doğayla hiçbir ilişkiniz yoksa, zamanla katile dönüşürsünüz; yavru fokları, balinaları, yunusları, insanları çıkar için, “spor” olsun diye, yiyecek için ya da bilgi için öldürürsünüz. O zaman doğa sizden korkar, güzelliklerini geri çeker. Ağaçlar arasında uzun yürüyüşlere çıkabilir, hoş mekanlarda kamp yapabilirsiniz, ama yine de bir katilsinizdir, dolayısıyla o güzelliklerle dostluğunuzu kaybedersiniz. Büyük bir olasılıkla hiçbir şeyle, karınızla ya da kocanızla ilişkide değilsiniz; hep kendi özel düşüncelerinizle, zevklerinizle, acılarınızla uğraşırsınız. Kendi karanlık, soyut dünyanızda yaşarsınız, buradan kaçış yolunuz daha da koyu karanlıktır. İlgi alanınız umursamaz, kolaycı ya da şiddet dolu kısa bir yaşam sürmektir.
Sizin sorumsuzluğunuz nedeniyle binlerce insan açlıktan ölür ya da kıyıma uğrar. Dünyanın düzenini yalancı, ahlaktan yoksun siyasetçilere, entelektüellere, uzmanlara bırakırsınız. Kendi içinizde bütünlüğünüz olmadığı için ahlaktan ve dürüstlükten yoksun, yalnızca bencillik üzerine temellenen bir toplum kurarsınız. Sonra da yalnızca sizin sorumlu olduğunuz bütün bu şeylerden deniz kıyısına ya da ormana kaçar ya da “spor” yapmak için silah taşırsınız. Bütün bunları biliyor olabilirsiniz, ama bilgi dönüşüm yaşamamızı sağlamaz.
Ancak bütünlük duygusuna sahip olduğunuzda evrenle ilişkide olabilirsiniz.
Jiddu Krishnamurti

12 Ocak 2015 Pazartesi


CHARLIE HEBDO KATLİAMI SONRASI
PARİS MİTİNGİ PROTESTO MU? GÜNAH ÇIKARMA AYİNİ Mİ?

7 Ocak da, El-Kaide, IŞİD teröristlerinin yaptığı Charlie Hebdo katliamını protesto etmek için dün 11.01.2014 Paris de bir Devlet Töreni düzenlendi.

1,5 milyon insanın protesto etmek için katıldığı miting, maalesef Emperyalistlerin kendisini aklama törenine dönüştü.

Emperyal akıl, peşine halkları da takarak; ne kadar demokrasiye bağlı oldukları propagandasını utanmadan yaptılar. Protesto mitingini kullanarak, kendi yarattıkları canavarın katliamlarını, kendilerini temize çıkaracak “demokrasi ayini”ne dönüştürdüler. Bol bol “gerçek katillerin” ağzından “piyon katiller” telin edildi.



Bu protesto “tiyatrosunu” nasıl değerlendirelim? Benim değerlendirmem şu:

  1. Bu katliam gerçekleştiği gün bütün dünyada ki insanların politik görüşleri ne idiyse, katliam ve protesto mitingi sonrasında olumlu ve olumsuz anlamda 1gram değişiklik olmamıştır. Medya da mitingin kalabalığına bakarak ve bol palavralı demeçleri göz önüne alarak yapılan çok olumlu yorumlar da palavra olmanın ötesinde bir şey değildir.
  2. Bu miting, Fransa Sosyalistlerinin de neden eridiğinin bir göstergesidir. Katillerin arkasındasaf tutmuşlar, alternatif bir miting düzenleyememişlerdir. Emperyallerin kendilerini aklama, meşrulaştırma çabasına katkı vermişlerdir.
  3. Paris dışında halkların dayanışma amaçlı yaptığı protesto mitingleri en değerli olan eylemlerdi. Fakat bu mitinglerden de somut bir sonuç beklemek hayalcilik olur.
  4. Sonuç: Dünyayı kana bulayanlar, Paris mitinginin ön safında bulunan zevattır. Kendi yarattıkları canavarı, halka önderlik yaparak protesto eder görünmüşlerdir. Yeni katliamları için moral revizyonunu gerçekleştirmişlerdir
Ezilen sınıf ve tabakalar, dünyayı kana bulayan gerçek katillerin Emperyalistler olduğu gerçeğini bilince çıkaramazsa.. iyi niyetiyle de olsa... Emperyalistlerin kuyruğuna takılmak zorunda kalır.

10 Ocak 2015 Cumartesi


PARİS “CHARLIE HEBDO” KATLİAMI VE GELİŞMELER

Aslında dünyada ve ülkemizde hepimizin bildiği şeyler yaşanıyor. Gizemi, sırrı filan yok. Emperyalizm içine girdiği ekonomik krizden çıkmak ve hegemonyasını devam ettirmek için bilindik senaryolarını peş peşe piyasaya sürüyor. Taliban’dan başlayıp El-Kaide, IŞİD, Boko Haram, Hizbullah, Hamas adı aklıma şimdi gelmeyen yüzlerce örgütü emperyalizmin istihbarat örgütlerinin kurdurduğunu veya destekleyerek büyüttüğünü bilmeyen saf kaldı mı?
Bizim takiyecilerin demokratlığı gibi, Batı ülkelerinin özellikle AB ülkelerinin Demokrasi havariliğinin sahtekârlıktan öte bir şey olmadığını kavramak için siyaset bilimi uzmanı olmaya gerek var mı? İşlerine geldiği zaman en zalim diktatörleri, hükumetleri nasıl desteklediklerini görmüyor muyuz?

Paris de Charlie Hebdo katliamı, Ortadoğu savaşında yeni bir aşamaya geçildiğinin işareti. Bu arada bir taşla iki, üç kuş vurulması da işin bonusu.

Oynanan oyunun özü şu:
  • Enerji kaynakları yeniden paylaşılıyor.
  • Ortadoğu da enerji kaynaklarını emperyalistler ile uyumlu yönetecek uydu devletler kurulmak isteniyor.
  • Uydu devler kurulması için gerekli olan nüfus dağılımı, taşeron örgütler vasıtasıyla insanlar öldürülerek veya yerleşim yerlerinden sürülerek sağlanıyor.
  • Bu taşeron örgütlerin İslamcı olması, Ortadoğu’ya müdahale için Emperyallere propaganda imkanı ve kendi halklarını ikna etmede kolaylık sağlıyor.
  • İslamcı terör, ekonomik sıkıntılarla başı dertte olan batı ülke yönetimlerinin güvenlik gerekçesiyle "otoriterleşmesine" de katkı sağlıyor. Halklar güvenlik korkusuyla getirilen antidemokratik yasalara karşı çıkmasın isteniyor.
  • Bugün “Der Spiegel de, Suriye gizlice nükleer santral kuruyor” haberi çıkmış. Biz bu oyunu Saddam da yemiştik..:) ) Anlaşılıyor ki Suriye bahanesi ile yeni müdahaleler planlanıyor.


Ayrıca, Paris de “Charlie Hebdo” katliamı nedeniyle bizim İslamcıların şiddeti nasıl destekledikleri, özgür düşünceden nasıl nefret ettikleri de ortaya çıktı diyelim. Çünkü ne mal olduklarını zaten biliyorduk..


Sonuç olarak, dünyada ve ülkemizde bilinmedik bir şey yok. Sorunumuz bilmemek değil, tüm bunlara karşı seyreden pozisyonundan, etkili bir şekilde karşı çıkma pozisyonuna geçemeyişimiz. Emperyalizme, kapitalizme karşı mücadeleyi örgütleyemememiz. Bunu da başka yazıda ele alalım.