Ravachol'un Savunması
(Asıl adı François Claudius Koënigstein; D:14.Ekim 1859 - Ö. 11.Temmuz
1892, giyotinle infaz) eylemle propagandanın ilk uygulayıcılarından ve bu
anlayışın simgesi olarak tarihe geçmiş Fransız anarşist. ( http://tr.wikipedia.org/wiki/Ravachol
)
Ravachol, bir dizi bombalama eyleminin ardından cinayetle yargılandığı
davada aşağıdaki konuşmayı yapmaya çalışmıştı. Amacı suçlu olduğunu inkâr etmek
değil, aksine suçunu kabul edip nedenlerini açıklamaktı. Duruşmanın tanıklarına
göre birkaç kelime söylemesinin ardından yarıda kesilen konuşmasını yapamamış... Kısa bir süre sonra da giyotinle idam edilmiş...
Konuşuyorsam, nedeni suçlandığım eylemlerden ötürü kendimi savunmak
değil, çünkü bunun tek sorumlusu, örgütlenme şekli nedeniyle insanları sürekli
birbirleriyle kavga etmeye zorlayan toplumdur.
Aslında, tüm sınıflarda ve tüm
konumlarda, eğer sonucunda bir avantaj elde edeceklerse, hemcinslerinin ölümünü
demeyeceğim çünkü kulağa hoş gelmiyor, ancak hemcinslerinin bahtsızlığını
arzulayan insanlar olduğunu görmüyor muyuz? Örneğin, bir patron rakibinin
ölmesini arzulamaz mı? Keza, iş adamlarının tamamı da yaptıkları mesleğin
sağladığı avantajlardan yalnızca kendilerinin faydalanmasını umut etmezler mi?
İşsiz kalan bir işçi, iş bulabilmek için halen çalışan birisinin şu ya da bu
sebeple işinden atılmasını umut etmez mi? O halde, böyle olayların yaşandığı
bir toplumda, yaşamak için her türlü aracı kullanmak zorunda kalan insanların
sürdürdüğü varoluş mücadelesinin mantıksal sonucundan başka bir şey olmayan,
benim suçlandığım türden eylemler karşısında şaşırmak için ortada hiçbir sebep
yoktur. Her koyun kendi bacağından asıldığına göre, muhtaç durumda olan birisi
şöyle düşünmez mi: “Pekala, mademki işler böyle yürüyor, o zaman karnım aç
olduğunda elimdeki araçları kullanırken tereddüt etmem için bir neden yok,
geride kurbanlar bırakma pahasına olsa bile! Patronlar, işçileri kovduklarında
onların açlıktan ölüp ölmeyecekleri hakkında endişe duyuyorlar mı? Bolluk
içinde yaşayanlar, temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan insanlar olup
olmadığı konusunda endişeleniyorlar mı?”
Bu insanlara yardım eden bazıları var, ancak muhtaç durumdakilerin
hepsini kurtaracak güçten yoksunlar; onlar, ya çeşitli türden yoksunluklar yüzünden genç yaşta ölüp gidecekler ya da sefil varoluşlarını sona erdirmek,
sayısız utanç ve aşağılamayla birlikte, açlığın zorluklarına daha fazla katlanmak
zorunda kalmamak için yaşamlarına kendi elleriyle son verecekler; bu acıların
bir gün sona ereceğine dair en ufak bir umutları bile yok. Çocuklarının acı
çektiğini daha fazla görmemek için onları öldüren Hayem ve Souhain aileleri;
çocuğunu besleyememe korkusuyla, aşklarının meyvesini gönüllerinde yok etmekte
tereddüt etmeyen kadınlar bu nedenle vardır.
Bu yaşananların hepsi, her türlü ürünün bolca bulunduğu koşullarda
cereyan etmektedir. Eğer bu olaylar ürünlerin kıt olduğu, kıtlığın kol gezdiği
bir ülkede gerçekleşseydi, olup biteni anlayabilirdik. Ancak, bolluğun hüküm
sürdüğü, kasap dükkanlarının etle, fırınların ekmekle dolup taştığı, elbise ve
ayakkabıların mağazalarda üst üste yığıldığı, boş duran konutların olduğu
Fransa’da! Durumun tam aksi olduğu açıkça görülebilirken, toplumda her şeyin
çok iyi olduğu nasıl kabul edilebilir ki? Kurbanlar için üzülecek, ancak size
bu konuda ellerinden hiçbir şey gelmediğini söyleyecek pek çok kişi var. Herkes
elindekiyle idare etsin! Çalışırken temel ihtiyaçlarını bile karşılayamayan
birisi işini kaybettiğinde ne yapabilir? Tek yapabileceği, açlıktan ölmeyi
beklemek olabilir. Cenazesinin arkasından dindarca birkaç cümle söylerler.
Benim başkalarına bırakmak istediğim şey buydu. Kaçak mallarla uğraşan bir
kaçakçı, bir kalpazan, bir katil ve bir suikastçı olmayı tercih ettim.
Dilencilik yapabilirdim, ancak bu küçük düşürücü ve korkakça bir şey; hatta
yoksulluğu suç ilan eden yasalarınızın da yasakladığı bir şey. Eğer muhtaç
durumdaki herkes beklemek yerine, nerede ve hangi araçlarla olursa olsun el
koyarsa, halinden memnun olan kimseler, endişenin daimi ve yaşamın her an
tehdit altında olduğu mevcut toplumsal durumu kutsamayı istemenin tehlikeli bir
şey olduğunu belki biraz daha çabuk anlayacaklardır.
Ahlaki ve fiziki bir barış için suçu ve suçluları doğuran nedenlerin
ortadan kaldırılması gerektiğini söyleyen anarşistlerin haklı olduklarını çok
geçmeden anlayacağız. Çektiklerinin bir gün son bulacağına dair küçücük bir
umudu bile olmaksızın geçmişte katlanmak zorunda kaldığı ve gelecekte de
katlanmak zorunda kalacağı yoksunlukların neden olduğu yavaş bir ölümü
kabullenmek yerine, içinde ufacık bir enerji kırıntısı bile varsa, ölüm riskini
(ki bu yalnızca çektiği acıları sona erdirecektir) bile göz alarak, iyi bir şekilde
yaşamasını sağlayacak şeyleri şiddet kullanarak almayı tercih edenleri
sindirmekle bu amaçlara ulaşamayız.
Dolayısıyla, üstünkörü bir şekilde olsa bile nedenlere asla
dokunmaksızın sonuçların üzerine giden yasaları daha da katılaştırmaktan başka
bir şey yapmayan toplumun bu barbarca halinin mantıksal sonucundan ibaret olan
eylemleri; suçlanmakta olduğum eylemleri gerçekleştirmemin sebebi işte budur.
Hemcinslerinizi öldürecek kadar acımasız olmanız gerektiği söylenir, ancak bunu
söyleyenler, bunu yalnızca aynı kaderi paylaşmaktan kaçınmak için yapmaya karar
verdiğinizi görmezler.
Aynı şekilde siz beyler, siz jüri üyeleri de hiç şüphesiz ki beni ölüm
cezasına çarptıracaksınız, çünkü bunun gerekli olduğunu düşünüyorsunuz ve benim
ölümüm, insan kanının aktığını görmekten nefret eden sizler için bir tatmin
kaynağı olacak; kendi varoluşunuzu güvenceye almak için insan kanının akmasının
faydalı olduğunu düşündüğünüzde, benim gibi siz de tereddüt etmezsiniz, ancak
bir farkla: Siz bunu hiçbir risk almadan yaparken, bense bunu hayatımı riske
atarak yaptım.
Evet beyler, yargılanacak suçlular yoktur, yok edilmesi gereken suç
nedenleri vardır! Yasa koyucular, Ceza Kanununun maddelerini yaparlarken
nedenlere değil yalnızca sonuçlara saldırdıklarını, böylece de suçu hiçbir
şekilde yok etmediklerini unuttular. Aslında, nedenler var olmaya devam ettikçe
sonuçlar zorunlu olarak nedenlerden ortaya çıkacaktır. Suçlular daima olacak,
çünkü bugün burada birini ortadan kaldırsanız bile, yarın on tane daha doğacak.
Peki, ne yapmak gerek? İnsanların tüm ihtiyaçlarının karşılanmasını
sağlayarak yoksulluğu, yani suçun tohumunu yok edin! Ne kadar
gerçekleştirilmesi güç bir şey! Tek yapılması gereken toplumun yeni bir temel
üzerinde; her şeyin ortaklaşa olacağı, yeteneği ve kuvveti ölçüsünde üreten
herkesin ihtiyaçlarına göre tüketebileceği bir temel üzerinde kurulması. Ancak
ve ancak bu olduğu zaman, kurbanı ve kölesi haline gelecekleri bir maden için
dilenen Notre-Dama-de-Grace münzevisi ve benzeri insanları artık görmeyeceğiz!
Sevginin samimi olup olmadığını görmekten sıklıkla bizi alıkoyan, aynı maden
karşılığında sıradan bir ticari malmışçasına cazibelerini sunan kadınları artık
görmeyeceğiz. Yine, bu madeni elde etmek için öldüren Pranzini, Prado, Berland,
Anastay gibi insanları artık görmeyeceğiz. Bu, tüm suçların nedeninin daima
aynı olduğunu gösteriyor ve bunu görmemek için aptal olmanız gerek.
Evet, tekrar ediyorum: Suçluları yaratan toplumdur; sizler, jüri
üyeleri, zeka ve gücünüzü vurmak yerine toplumu dönüştürmek için kullanmalısınız.
Tüm suçları bir hamlede bastırabilirsiniz. Suçun nedenlerine saldırma çabanız,
suçun sonuçlarını cezalandırırken kendi kendini küçük düşüren adaletinizden çok
daha büyük ve verimli olacaktır.
Ben sadece eğitimsiz bir işçiyim; ancak, yaşamım yoksulluk içinde
geçtiği için baskıcı yasalarınızın haksızlığını zengin bir burjuvadan daha
fazla hissediyorum. Yaşama ihtiyacıyla dünyaya gelen, karnını doyurmak için
yoksun olduğu şeyleri bulmak zorunda olan bir insanı öldürme ya da hapsetme
hakkını nereden alıyorsunuz?
Yaşamak ve ailemi geçindirmek için çalıştım; kendim ve ailem çok fazla
acı çekmediği sürece dürüst dediğiniz şekilde yaşamaya devam ettim. Sonra
çalışma olanakları giderek azaldı ve işsizlikle birlikte açlık geldi. İşte
ancak bundan sonradır ki doğanın büyük yasası, hiçbir cevabı kabul etmeyen o
buyurgan ses, yani korunma içgüdüsü, suçlandığım ve faili olduğunu kabul
ettiğim suçlarla kötü davranışların bazılarını yapmaya beni mecbur bıraktı.
Yargılayın beni, jürideki beyler, ancak beni anladıysanız, beni
yargılarken yoksulluğun doğal gururla birleşerek suçlular haline getirdiği,
oysa refahın ya da rahatın dürüst insanlar haline getireceği tüm bedbahtları da
yargılamış oluyorsunuz.
Zeki bir toplum onları da tıpkı diğerleri gibi birer insan olarak
anlayacaktır.
Ravachol | 1892
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder