FETÖ DARBESİ VE ALGI YÖNETİMİ…(1)
1-
FETÖ’NUN DEVLETİ ELE GEÇİRMESİ

Hala; AKP ve yandaşları, FETÖ üzerinden, iktidara muhalif insanları
eleştirme yüzsüzlüğü yapıyorlar. Düne kadar birlikte hareket etmiyormuşlar,
FETÖ ya devleti teslim eden kendileri değilmiş gibi. Birlikte, ülkeyi uçurumun
kenarına getirmemiş gibi. “
Ne istediler de vermedik” dememiş gibi. Söylenenleri
unuttuk sanıyorlar. Kimlerin FETÖ hakkında ne söylediği, yazdığı arşivde
duruyor.
Yüzsüzlüğün, utanmazlığın limiti yok!
“Allah affetsin” ve “Millet affetsin” ile geçiştirilecek bir durum yok
ortada. Guguk devleti değil de, hukuk devleti isek, herkes yardımın,
yataklığın, kamu kaynaklarını peşkeş çekmenin hesabını yargı önünde vermeli.
Gerçi iktidar, FETÖ ile birlikte referandum sonrası “bağımsız yargı” filan da bırakmadılar. 17/25
Aralık’tan sonra yargıyı bir defa daha değiştirdiler. Şimdi FETÖ ile mücadele
diyerek, bir daha değişiklik yapıyor ve yargıyı tam olarak ele geçiriyorlar. Onun
için rahatlar artık.
Ağırlıklı olarak 1980 darbesinden bu tarafa, ABD’nin yeşil kuşak
stratejisine de uygun şekilde, bütün “Cemaatler” devlet eliyle ya desteklendi,
ya da faaliyetleri görmezden gelinerek serbest bırakıldı. TC Devletinin,
Cemaatlere karşı tek hassas davrandığı nokta; TSK’ya sızmamaları konusuydu. Ortaya
çıkan bilgi ve belgelere göre de, AKP iktidarı ile birlikte bu hassasiyet
ortadan kalkmış, iktidarın kendi kadrolarını da FETÖ’dan temin etmesinin de
etkisiyle, özellikle Fethullah Gülen
Cemaatine, devletin tüm kurum ve kuruluşlarının kapısı açılmış.

2010 Referandumu en büyük kırılma noktası oldu. Gülen’in
“mezarlarınızdan kalkıp evet oyu verin” çağrısı ve bizim sermaye artığı, çanak
yalayıcı, “Yetmez Ama Evet” aydınımsılarının da desteği ile yargı FETÖ ya
teslim edildi.
FETÖ devlete sızmamış,
iktidarın da teşviki ile devlet içinde rahatça örgütlenmiş, muhalifleri tasfiye
etmiştir. Ergenekon ve Balyoz davaları ile de, bu operasyonlarına meşruiyet
sağlamış, “bu davaların savcısıyım”
diyen dönemin Başbakanı ve “devletin
bağırsaklarını temizliyoruz” sloganları ile “liberal çevreleri” de peşine takmıştır. Muhalefet bu konularda
gerek TBMM de, gerekse medya yolu ile bu durumu protesto etmiş, devleti
dincilere teslim ediyorsunuz diye bağırmıştı ama iktidar bu duruma gözlerini, kulaklarını
kapattı. Çünkü o da devleti ele geçirip, tek parti diktatörlüğünü kurmak
istiyordu. Şimdi “FETÖ devlete sızdı”
demek, aklımızla alay etmektir.

15 Temmuz darbe girişiminden bu tarafa neredeyse bir ay geçmesine
rağmen, bu girişimin anlaşılmayan ve hala çözülememiş birçok yönü ortada
durmaktadır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’nın darbe girişimini “
eniştesinden” öğrenmesi ama MİT Müsteşarının hala koltukta
oturması, bir sürü rapor, şikâyet, bilgi ve belgeye rağmen bir şey yapmayıp,
üstelik komutası altında ki askerler tarafından esir alınan; Genel Kurmay
Başkanının da yerinde kalması ve mitingler de nutuk attırılmasının açıklaması
ise “dere geçilirken at değiştirilmez”
olamaz!
Darbecilerin tasfiyesinde hızlı davranabilmek için OHAL ilan edilmesi
belki anlaşılabilir bir tedbir olarak ortaya çıktı. OHAL ilanına karşı çıkanları,
malum hemen “darbeci veya darbe yanlısı” ilan etmekten de çekinmediler. Fakat AKP’nin,
OHAL yasasına dayanılarak çıkardığı KHK’lerle FETÖ örgütünü tasfiye etmenin
ötesinde kendi “devletini” kurmaya kalktığı görülmektedir. FETÖ Darbesi, AKP Darbesine dönüşmeye başladı. Karşı çıkanı da, “darbeci”
olarak yaftalamak yandaş medyanın gönüllü görevi haline dönüştü.
Özcesi ortaya çıkan bilgi ve
belgelere göre FETÖ devlete sızmamış, iktidar devleti FETÖ ya teslim etmiştir.
Şimdi bu sorumluğun, daha doğrusu sorumsuzluğun “siyasi maliyetini” ödemek istememektedir. Bakan ve milletvekili
düzeyinde bir tane gözaltı veya istifa olmadı. Bol hamasi nutuklar ve “Allah affetsin, Millet affetsin”
lafları ile siyasi sorumluluklarını geçiştirmeye çalışıyorlar. Hukuk devletinde böyle bir şeyi kabul etmek
ne hukuka, ne de insanın vicdanına sığar!
Şimdi, FETÖ darbe girişimi sırasında ve sonrasında ki algı yönetimine
gelelim.